GEYİK EFSANESİ

GEYİK EFSANESİ

Geyik, Türklerin en çok kullandığı mitolojik öğelerden birisidir. Altaylar’dan Tuna’ya hatta tüm dünya kültürüne uzanan zengin bir simge olmuştur. Önemini hiçbir zaman yitirmemiş, Türkün adının geçtiği her zaman ve iklimde onun boynuzları birer simge olarak her yere nakış nakış işlenmiştir.

Orhun Kitabeleri’nde en sık rastladığımız mitolojik figürlerden olan geyiğin, Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar Türk kültürü ve mitolojisindeki yeri oldukça büyüktür. Efsanelerde hem yaşam kaynağı hem de kutsal bir hayvan olarak görülmüştür. Ortaya konulan eserlerde Türklerin göçebe hayatının ve sonraki yerleşik-kentli hayatının da en dikkat çeken unsurlarından birisi olmuştur.

Geyikler dağlarda gezinirken ölümsüzlük otundan yiyip ölümsüz olmuş, boynuzlarını yılda bir defa düşürüp yerine yenilerini çıkardıkları için “yenilenmenin ve dirilişin” sembolü sayılmışlardır.

Efsanelerde insanlara yol gösteren bu kutsal hayvan, ak renkli ve boz renkli türleriyle farklı olgulara da gönderme yapmaktadır. Ak renkli geyik gökleri ve dişiliği, boz renkli geyik yeryüzünü ve erliği simgeler.

Bir yanı “sevgi, yardımseverlik ve merhametin” diğer yanı “diriliş, yenilenme, sonsuzluk ve ölümsüzlüğün” anlamları ile yüklü olan geyiğin boynuzları; göğe yükselen dalları ve yerin altına uzanan kökleri ile “hayat ağacına” benzer. Geyik boynuzları, sonsuz güç ve hâkimiyet göstergesi olarak Türklerin Yaradan’la olan bağını da simgeler.

Desen ve simgelerinin sanatsal yapıtlarda farklı biçimlerde kullanıldığı hayvanlardan olan geyik, Anadolu’da “koruyucu ruh” olarak kendisine yer bulmuştur. Tasavvuf ehlinin ve şamanların gelenek ve düşünce dünyalarında, Osmanlı ve Selçuklu dönemleri eserlerinde yoğun bir şekilde işlenmiştir.

Tüm bu anlamlarıyla, yerleşik hayata geçmeden önce Türklerin yol göstericisi olarak kabul edilen geyik, Yaratıcı’dan kut alır ve onu, insanlara birer kalkan olarak sunar.